Abdal, en geniş kullanımıyla derviş anlamına gelen Arapça sözcüktür. Bedel ve bedil’in çoğulu kabul edilen abdal, zamanla tekilleşmiş, cezbe ve coşku durumundaki meczup, divane, deli dervişlerin durumlarını niteleyen ahmak, şaşkın, akılsız anlamındaki aptal’a dönmüştür. Sözcüğün tarihsel kökü ve bilimsel anlamları konusundaki tüm araştırmalar sonuçsuz kalmış, çeşitli zümreler arasındaki kullanım anlamları kişisel yorumlarla değerlendirmeye çalışmıştır. 9. yüzyıldan başlayarak tasavvuf tarihi içinde yer alan abdal, önceleri Hz. Ali’nin bir sözüne dayalı olarak kırk din ulusunun adı olarak anılmış, sonra daha çok Kalenderiye zümresinin gezici dervişleri olarak anlam genişlemesine uğramıştır. Bu aşamada sözcük, bazı adların başına ve sonuna eklenerek ermişlik düzeyini dile getirmiştir: Abdal Musa, Pir Sultan Abdal gibi.

Genellikle dünya işleriyle ilgilerini kesen, bedenlerini ruhlarını nefislerini manevi varlıklarının buyruğuna veren, alışılmış toplum değerlerini hiçe sayan bu gezici dervişler zamanla bazı simgesel görüntüler kazanmış, özellikle Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve yayılış döneminde görev alan Abdalan-ı Rum (Anadolu Abdalları) Alevi inancına yakın tutumlarıyla dikkati çekmiştir. Yalınayak, başı açık gezen, bir tennureyle yetinen, nacak, kaşık, keşkül taşıyan, saçlarını ve sakallarını kesen Rum abdallarının bir bölümü Bektaşi tarikatı içinde erimiş, esrara düşkün bir bölümü de Kanuni döneminde Seyitgazi Dergahı’nda temizlenmişlerdir.