ABDÜLHAMİT II, Osmanlı padişahı (İstanbul 21 Eylül 1842 – ay. y. 10 Şu­bat 1918). Padişahlık dönemi: 1876- 1909). Osmanlı padişahlarının otuz dördüncüsüdür.  Babası Abdülmecit, annesi Ti- rimujgân Sultan’dır. Ağabeyi V. Mu­rat ile birlikte eğitim gördü. Annesinin 3 Ekim 1852’de ölümü üzerine Perestu Kadın Efendi’nin korumasına verildi. Eğitimini özel hocalardan aldığı ders­lerle sürdürdü. Türkçe, Arapça ve Farsçanın yanı sıra Fransızca ile Batı müziği eğitimi de gördü. Ancak İslâm kültürüyle Doğu müziğine olan ilgisi, Balı müziğini bir kenara bırakmasına neden oldu. Babasının sağlığında hem ondan hem de saray halkından ilgi görmedi. Abdiilaziz’in padişahlığı sıra­sında Pertevniyal Valide Sultan ile iyi ilişkiler kurdu ve Abdülaziz’in Mısır ve Avrupa gezilerine katıldı. Böylece bilgi ve görgüsünü artırdığı gibi Avru­pa ülkelerini de yakından tanıma fırsa­tını buldu. Abdülaziz’in ölümü üzerine tahta geçen ağabeyi V. Murat döne­minde (1876) onun ruhsal bozuklu­ğundan yararlanarak hükümet üyele­riyle İstanbul halkını yanma çekmeyi, Maslak Çiftliği’nde yapılan bir toplan­tıda devlet adamlarına kendini özgür­lük yanlısı göstermeyi de başardı. So­nuçta deliliği padişahlığı yürütemeyecek derecede artan V. Murat oybirli­ğiyle tahttan indirildi ve yerine II. Ab­dülhamit Osmanlı tahtına çıktı (31 Ağustos 1876).

Devletin güç koşullar altında bulundu­ğu bir sırada padişah oldu. Bosna-Hersek ve Bulgaristan ayaklanmaları ile Karadağ ve Sırbistan savaşları sürüyordu. Osmanlı Ordusu’nun Sırbistan’da zafer kazanmasına karşın Rusya bu devletle barış yapılmasına ilişkin ülti­matom verdi; İngiltere Doğu sorununu görüşmek üzere İstanbul’da bir konfe­rans toplanmasını istedi; dış sorunların ağırlığını dikkate alan II. Abdülhamit bunları kabul etti. Rusya’nın harekete geçmesine yol açacak kadar önem ka­zanan Sırbistan ve Bulgaristan savaş­ları, İngilizlerin İstanbul’da bir konfe­rans toplanması isteği, Kanun-i Esasi’ nin hazırlıkları sırasında bunalan Sad­razam Mütercim Rüştü Paşa’nın yerine Mithat Paşa’yı ikinci kez sadrazamlığa atayan II. Abdülhamit, tüm bu sorunlar arasında bir yandan Kanun-i Esasi’nin hazırlanması için buyruklar verirken öte yandan da İstanbul Konferansının açılmasını kabul etti. 23 Aralık 1876’da, 1856 Paris Antlaşması’ nda imzaları bulunan devletlerin temsilci­leri Haliç Tersanesi’nde bulunan Bah­riye Nezareti’nde, Doğu sorununu gö­rüşmek üzere bir araya geldiler. Bu toplantıda Rumeli’de yapılacak olan yeni düzenlemelere ilişkin yabancı devletlerin önerileri görüşüldüyse de bir sonuç alınamadı. Birinci Meşrutiyet’in ilanı gününe rastlayan ve 29 gün süren konferansta varılan tutarsız ka­rarlar, daha sonra 18 Ocak 1877’de Babıâli’de yapılan bir üst düzey top­lantısında görüşülerek reddedildi. İstanbul Konferansı sürerken, daha önceden hazırlığına başlanan ve Sad­razam Mithat Paşa’nın çabalarıyla ol­gunlaştırılan ilk Osmanlı Anayasası ta­mamlandı. II. Abdülhamit, Anayasa’ ya hükümdarlık haklarına ilişkin çok önemli maddeler koydurdu. Birinci Meşrutiyet 23 Aralık 1876’da ilan edil­di. 12 bölüm ve 119 maddeden oluşan ilk Osmanlı Kanun-ı Esasisi, yasa tek­niği bakımından çağdaş anayasalara uygundur. İki meclisten ve 80’i Müslü­man, 50’si de Müslüman olmayan mil­letvekillerinden oluşan bu ilk Osmanlı Meclisi, 19 Mart 1877’de ilk toplantı­sını yaptı. Meşrutiyet’in ilan edilme­sinde önemli bir rol oynayan Mithat Paşa, 5 Şubat 1877’de görevinden alın­dı ve sürgüne gönderildi. Meclis-i Mebusan’a ise dokunmayarak çalışmasına izin verdi. Birinci dönemde üç buçuk ay, kısa bir aradan sonra da bir buçuk ay daha etkinliğini sürdüren ilk Osmanlı Meclisi, bu süre içinde 86 top­lantı yaptı.

Bu sırada İstanbul’da Haliç Tersanesi’ ndeki toplantıda alınan kararları Osmanlı Devleti’nin reddetmesi üzerine Rusya, Avrupalı bazı devletlerle Lond­ra’da 31 Mart 1877’de bir protokol im­zalayarak İstanbul Hükümetinden, gö­rece hafif sayılabilecek yeni önerilerde bulundu. Buna göre Osmanlı Devleti Karadağ’a bir miktar toprak bırakacak, Bosna-Hersek ve Bulgaristan’da ısla­hat yapılacak ve Osmanlı Ordusu sa­vaş durumundan çıkarılacaktı. Fakat

Abdülhamit bu önerileri de kabul etmedi. Bunun üzerine Rusya, Osmanlı Devleti’ne savaş açtı. Osmanlı tarihi­nin en kanlı savaşlarından biri olan ve tarihimizde 93 Harbi olarak bilinen bu savaş (1877-1878) Rumeli ve Ana­dolu’da olmak üzere iki cephede bir­den başladı. Osmanlı Devleti böyle bir tehlike karşısında dahi, Paris Antlaş­masında Romanya’nın yansızlığı ilke­sine uyarak. Tuna gerisinde bir savun­ma hattı kurmayı planladı. Ancak Rus­ya bu maddeyi açıkça çiğneyerek Ro­manya’ya asker yığdı ve Osmanlı top­raklarına saldırdı. Görünüşte İstanbul ve Londra konferanslarında saptanan kararları Osmanlı Devleti’ne kabul et­tirmek amacıyla savaşa giren Rus­ya’nın asıl amacı, Balkanları Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayırarak küçük Slav devletçikleri haline getirip kendi amaçları doğrultusunda kullanmaktı. Ruslar bu amaçlarını gerçekleştirmek için 24 Nisan 1877’de Romanya’nın yansızlığını çiğneyerek Kaıas’tan Tuna’ya geçtiler. Maçin’i aldıktan sonra Dobruca’nm güneyine doğru ilerledi­ler. İkinci bir Rus Ordusu ise 27 Hazi­randa Tuna’yı geçtikten sonra Rusçuk ile Niğbolu arasından Osmanlı toprak­larına girdi. Osmanlı kuvvetleri Zişto- vi’de karşı koymak istediyse de başarı­lı olamadı. Bütün cephede saldırıya geçen Rus kuvvetlerine karşılık Osmanlı Ordusu kalelerde savunma bek­leyişinde kalmayı yeğ tuttu. 1 Tem­muzda Tırnova, 19 Temmuzda Şipka düştü. 16 Temmuzda alman Niğbolu’ dan sonra Ruslar,Gazi Osman Paşa’nın savunduğu Plevne önlerine geldiler. Tarihimize destansı bir olay olan Plev­ne Savunması 10 Aralık 1877’de kırıl­dı. Gazi Osman Paşa da Rusların eline tutsak düştü. Doğu Anadolu’da da Er­zurum’dan Kars’a kadar uzanan alan Rusların eline geçti. Plevne’nin düş­mesi üzerine Ruslar Edirne’ye doğru harekete geçtiler. Her iki cephede de durumun kötüleşmesi üzerine Osmanlı Devleti barış istemek zorunda kaldı. 31 Ocak 1878’de Edirne’de ateşkes im­zalandı. 26 Ocak 1878’de Edirne’ye gi­ren düşman. Şubat başlarında Ayaste- fanos’a (bugün Yeşilköy) kadar ilerle­mişti. 3 Mart 1878’de imzalanan Ayastefanos Antlaşması ile Karadağ, Sır­bistan ve Romanya’ya toprak verilerek tam bağımsızlık tanındı. Bulgaristan’ m temelleri atıldı. Bosna-Hersek’e ba­ğımsızlık verildi. Kars, Ardahan, Ba- lum ve çevresi Rusya’ya bırakıldı. Ay­rıca yüklü bir savaş tazminatı ödenme­ si karara bağlandı.

Avrupa devletleri Ayastefanos Antlaş­masına şiddetle karşı koyarak Berlin’ de bir konferans toplanmasını istediler. 13 Temmuz 1878’de imzalanan Berlin Antlaşması ile Rusya’nın istekleri sı­nırlandırılıyor, ıslahat yapılması koşu­luyla Makedonya ve Trakya Osmanlı Devleti’ne geri veriliyor, Bosna-Her­sek geçici olarak Avusturya yönetimi­ne bırakılıyor, Teselya’nın bir bölümü­ne Yunanistan sahip oluyordu. Ermenilerin oturduğu vilayetlerde ıslahat yapılması koşulu olduğu gibi kalıyor­du. Bu arada donanmasını İstanbul’a kadar göndererek Ayastefanos Antlaş- ması’nın değiştirilmesinde etkin bir rol oynayan İngiltere, 4 Haziran 1878’de imzalanan bir antlaşmayla Kıbrıs Ada- sı’nın yönetimini ele geçirdi.

93 Harbi’nin ağır faturası, II. Abdülha­mit tarafından Meclis’e yüklendi ve Meclis-i Mebusan Şubat 1878’de süre­siz kapatıldı. Bu arada V. Murat’ı yeni­den tahta geçirmek amacıyla harekete geçen karşıt bir grup, gazeteci Ali Su- avi önderliğinde Çırağan Sarayı’nı bas­tı. Ali Suavi de öldürülerek olay kanlı bir biçimde bastırıldı (18 Mayıs 1878).

Abdülhamit dış sorunları bir sonuca bağlandıktan sonra içi sorunlara yönel­di. Meclisi kapattıktan sonra ülkeyi Yıldız Sarayı’ndan yönetmeye başladı. Bu dönemde amcası Sultan Abdülaziz’ in intihar etmediğini, öldürüldüğünü ileri sürerek önemli bir tartışmayı gün­deme getirdi. Bir konunun aydınlığa çıkarılması için Yıldız Sarayı’nda bir mahkeme kuruldu.Mahkeme sonucun­da birçok kişi suçlu görülerek idam edildi. Yine idama mahkûm edilen Mithat Paşa 1884’te Taifte öldürüldü. Abdülhamit kişisel yönetimini gü­vence altına almak için geniş bir hafi­ye (gizli polis) örgütü kurdu ve bun­dan böyle ülkeyi tam bir baskı altında yönetmeye başladı.

İçte bu olaylar yaşanırken dışta da du­rum pek iyi değildi. 1830’larda Ceza­yir’e yerleşmiş olan Fransa, Akdeniz’ deki durumunu güçlendirmek için Tu­nus’u işgal etti (12 Mayıs 1881). Osmanlı Devleti buna karşı çıktıysa da sonuç değişmedi. Böylece Tunus da Osmanlı yönetiminden çıkmış oldu. Tunus’un bir oldu bittiyle elden çıkma­sı üzerine İngilizler de 11 Temmuz 1882’de Mısır’ın tümünü işgal ettiler.

Bu işgaller yüzyıllardır Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı olan Mısır da elden çikmiş oldu. Bu arada Bulgarlar doğu Rumeli Vilayeti’ni işgal ettiler. Osmanlı Devleti, sorunu barış yoluyla cözmeye çalıştı. 24 Mart 1886’da bazı toprakların Bulgaristan’a bırakılması koşuluyla bir antlaşma imzalandı. II. Abdülhamit döneminin önemli konularından biri de Ermenilerin çıkardığı olaylardır. Ayastefanos ve Berlin antlaşmalarından sonra Osmanlı topraklarında yaşayan bazı Hıristiyan ulusların bir bağımsızlıklarını kazandıklarını gören Ermeniler, Avrupa devletlerinin kışkırtmalarıyla harekete geçtiler. Gizli örgütler kurarak karışıklıklar çıkarmaya çalıştılar. Ancak tüm eylemleri başarısızlıkla sonuçlandı. İçte Ermeni, dışta da Yunan sorunuyla uğraşmak zorunda kalındı. 1892’de Girit’te ayaklanan Yunanlılar, durumu bir savaşın eşiğine getirdiler. Yıllarca süren bu ayaklanma durumundan sonra Yunanlılar 16 Şubat 1897’de Yunanistan’a kattıklarını duyurdular. Bu arada Telselya ve Makedonya’daki Osmanlı topraklarına saldırdılar. Bunun üzerine Osmanlı Devleti 17 Nisan 1897’de Yunanistan’a savaş açtı. Hızla ilerleyen Osmanlı Ordusu Atina’ya dayandı. Kötüye giden bu durum karşısında yine Avrupa devletleri araya girdi. İstanbul da toplanan bir konferans sonunda 4 Aralık 1897’de Osmanlılar açısından elverişsiz bir Osmanlı-Yunan Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmayla Teselya’da birkaç küçük yer geriye alındı. Kazanılan zaferin yanında elde edilenler çok küçük kaldı. Osmanli-Yunan Savaşı’ndan sonra bu kez Bulgarlar ayaklandı. Bulgarların yanı sıra Yunanlılar da Teselya ve Makedonya’ya saldırdılar. Az sonra bu ayaklanmaya Ermeniler de katıldı. Osmanlı Ordusu bu ayaklanmayı güçlükle bastırdı. Bu olayların sonunda Selanik, Kosova ve Manastır’da ıslahat yapılması için dış baskılar artırıldı. Yapılan iyileştirmelere karşın, bu bölgedeki olaylar II. Abdülhamit’in saltanatının son günlerine kadar sürdü. 21 Temmuz 1905’te Ermeniler Yıldız’da cuma selamlığına gelen padişaha karşı bombalı bir suikast düzenlediler. II. Abdülhamit yara almadan bu suikasttan kurtuldu. II. Abdülhamit’in saltanatının sonlarına doğru başgösteren Akabe sorunu, Osmanlı-İngiliz ilişkilerini gergin bir duruma soktu. Ancak Osmanlı Devleti savaşı göze alamadığından Akabe’den el-Ariş’e kadar uzanan sınır yeniden saptanarak sorun çözümlendi. 93 Harbi sırasında Meşrutiyet’i kaldırıp, meclisi kapatarak yönetimi baskı rejimi biçimine dönüştüren II. Abdülhamit’e içte gizli bir muhalefet ve hoşnutsuzluk ortaya çıkmıştı. Önce Abdülaziz döneminde ortaya çıkan Yeni Osmanlılar (Jön Türkler), Abdülhamit döneminde çalışmalarını daha da hızlandırdılar. Bu gizli çalışmalarda kimi etkin kalemlerin yazıları, özellikle yüksekokul öğrencileri arasında geniş etkilenmelere yol açtı. II. Abdülhamit bu çalışmaları yapanları sıkı bir biçimde izleterek yakalatıyor ve sürgüne gönderiyordu. Tüm çabalara karşın istediği sonucu alamayacağını anlayan padişah, içteki kaynaşmaları yatıştıracağı umuduyla 23 Temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyet’ i ilan etti ve Kanun-i Esasi’yi yeniden uygulamaya koydu. Yeni Meclis 17 Aralık 1908’de açıldı. Bu arada Bulgaristan tam bağımsızlığını ilan etti. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da Bosna Hersek’i ülkesine kattığını bildirdi. ülke içindeyse, özellikle basın özgürlüğü, yasaların üzerinde bir anlayışla uygulamaya konunca din, dil ve irk bakımından oldukça karışık olan halkın arasındaki çekişmeleri artırdı. Abdülhamit yanlısı başıbozuklar ayaklandılar; 31 Mart Olayı patlak verdi (13 Nisan). Tüm bu olumsuz gelişmeler üzerine Selanik’ten hareket eden Hareket Ordusu İstanbul üzerine yürüdü. Başkente giren bu ordu, kısa sürede durum egemen oldu. II. Abdülhamit 27 Nisan 1909’da Yeşilköy’de toplanan Mebusan ve Ayan meclislerinin aldığı bir kararla tahttan indirildi. Yerine kardeşi Mehmet Reşat padişah oldu. Tahttan indirildikten sonra Selanik’e gönderildi ve Alatini Köşkü’ne yerlestirildi. Balkan Savaşı çıkınca 1912 sonlarına doğru İstanbul’a getirildi ve Beylerbeyi Sarayı’na yerleştirildi. Olümüne kadar burada yaşadı. Divanyolul ndaki II. Mahmut Türbesi’nin yanına gömüldü. 33 yıl saltanat süren II. Abdülhamit, hükümdarlığının ilk yıllarında içte yumuşak bir politika izlerken, 93 Harbi’ nin getirdiği olumsuz hava, ek olarak Meclis-i Mebusan’ın kapatılması, muhalefetin giderek çoğalmasına yol açtı. 1889’da Ittihat ve Terakki adlı gizli bir cemiyetin kurulmsıyla bu muhalefet daha da güçlendi. Bunun üzerine II. Abdülhamit baskı yönetimi uygulamaya başladı. Tahttan indirildiği güne kadar bu uygulamasını sürdürdü. II. Abdülhamit dömenide eğitim alanında da bir dizi çalışmalar yapıldı. Birçok yüksekokul bu dönemde kuruldu. Bu okullar arasında Mekteb-i Mülkiye, Mekteb-i Hukuk, Hendese-i Mülkiye sayılabilir. Yeniden örgütlenen Darülfünun’un yanında Sanayi-i Nefise (Güzel Sanatlar Akademisi) de öğretime açıldı. Aynı dönemde ülkenin bayındırlığında da önemli atılımlar görülür. Devletin zayıf bütçesine karşin birçok resmi yapı, yollar, köprüler ve demiryolları yapıldı. Almanların yaptığı Bağdat Demiryolu bunlardan biridir. II. Abdülhamit, marangozluk ve kuyumculuğa meraklıydı. Kendi eliyle yaptığı çeşitli eşyalar, müzelerde ve saraylarda bulunmaktadır. II. Abdülhamit’in kadınlardan 8’i erkek, 9’u kız olmak üzere 17 çocuğu oldu.